Engellilik Ölçütü, Sınıflandırılması İle Engellilere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları İle İlgili Ülkemizde (Osman SEZER)

Ct, 12/24/2022 - 14:28 tarihinde GörevHukukYönetici tarafından gönderildi

ENGELLİLİK ÖLÇÜTÜ, SINIFLANDIRILMASI İLE ENGELLİLERE VERİLECEK SAĞLIK KURULU RAPORLARI İLE İLGİLİ ÜLKEMİZDE VAR OLAN HUKUKSAL DÜZENLEMELERİN ENGELLİLERİN YAŞAMINA ETKİLERİNİN SOSYAL HUKUK DEVLETİ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

 

Avukat Osman SEZER

 

 

I. GİRİŞ

 

            Gerek Anayasa hukukunda, gerekse de, İdare hukukunda, Yasama ve Yürütme organının düzenleyici işlemler tesis ederek idare edilenlerin uyacakları kuralları belirlediği, bunun da, devlet yönetiminde kaçınılmaz bir zorunluluk olduğu kuşkusuzdur. İdare hukukunda kendisini gösteren düzenleyici işlem yetkisinin yürütme organı tarafından kullanıldığı, yürütme erkinin Cumhur Başkanı ve sembolik de olsa Bakanlar kurulundan teşekkül ettiği bilinmektedir. Nitekim “1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasası”’nın 8. Maddesi, açıkça yürütme yetkisinin Cumhur Başkanı tarafından kullanılacağı hükmüne yer vermektedir.

            Yürütmenin düzenleyici işlemlerinin çoğunlukla türevsel bir yetki olduğu kabul edilmektedir. Yürütmenin düzenleme yetkisini kullanarak yapabileceği işlemlerin neler olduğu konusunda öğreti ve yargı kararlarında tam bir açıklık bulunmadığı gibi, mevzuatımızda kullanılan deyimler de, çeşitlilik göstermektedir. Danıştay bir kararında düzenleyici işlemi “idarenin aynı durumda olan idare edilenler için bağlayıcı, soyut hukuk kuralı koyan, yani, normatif nitelikte olan tek yanlı tasarrufları” olarak tanımlamaktadır. 1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, yürütme organının yapabileceği düzenleyici işlemler kapsamında 104 maddesinde yürütmeye ilişkin Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ve 124 maddesinde yönetmelik düzenleyici işlem türü öngörmektedir. Nitekim, Anayasa Mahkemesi de bu iki işlem türünü klasik düzenleme yetkisi olarak nitelendirmektedir. Ancak, uygulamada değişik isimler taşıyan düzenleyici işlemler görüldüğü gibi, yasalarda da “Cumhurbaşkanı’nın” düzenleyici işlemleri ile kamu kuruluşları ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca çıkarılan ve ülke çapında uygulanacak düzenleyici işlemler, 2575 sayılı Kanun’un 24/1-D, 24/1-A 38/2 maddeleri ile 2577 sayılı İYUK.’nun “İlanı gereken düzenleyici işlemler” başlıklı 7/4. Maddesinde gözümüze çarpmaktadır. Görüleceği üzere bazı yasal düzenlemeler işlemleri isimlendirmek yoluna gitmeyip, niteliğini ve yapmaya yetkili organı belirtmekle yetinirken bazılarının da bu işlemleri isimlendirdiği görülmektedir.

            Yukarıda saydığımız iki düzenleyici işlem türünden biri olan yönetmelik çıkarma yetkisi kaynağını Anayasamızın 124. Maddesinden almaktadır. Anayasamızın 124. Maddesine göre:

“Cumhurbaşkanı, bakanlıklar ve kamu tüzelkişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler.
 Hangi yönetmeliklerin Resmi Gazetede yayımlanacağı kanunda belirtilir.
Görüldüğü üzere,  kural olarak yönetmelik yapma yetkisi Cumhurbaşkanlığı ve bakanlıklar ile kamu tüzel kişiliğine sahip kuruluşlara tanınmış olmakla birlikte, mevzuatta sayılanlar dışındaki kuruluşlara da yönetmelik yapma yetkisinin tanındığı görüldüğü gibi, yargı organlarının da kimi zaman yönetmelik yapma yetkisini kullanabilecek erkler konusunda geniş yorumlama yoluna gittikleri görülmektedir.
            Öte yandan Anayasa mahkemesi ve Danıştay’ın, tüzel kişiliği olmayan kamu kurum ve kuruluşlarının yönetmelik yapma yetkisinin bulunduğunu gösteren kimi kararlar vermiş olduklarına tanık olunmaktadır. Özellikle, düzenleyici işlemleri yapacak kuruluşlar ile ilgili olarak Danıştay kararlarında kimi zaman geniş yorumların ortaya çıktığı dikkatlerimizden kaçmamaktadır.

Ancak belirtilmelidir ki, Danıştay uygulamalarında “Türk hukuk sisteminde yönetmeliklerin normlar hiyerarşisinde yasa ve Cumhurbaşkanlığı kararnamesinden sonra gelmekte oldukları, yönetmelikler ile yasalara aykırı veya yasa hükümlerini değiştirici nitelikte hükümler sevk edilmesinin olanaksız olduğu” belirtilmekte; Amir hükmün yönetmelik ile daraltılması ya da, ortadan kaldırılmasının da hukuken olanaksız olduğu sonucuna varılmaktadır.
            Öte yandan, bazı idari işlemlerin yok hükmünde olduğu görülmektedir. Bu tür işlemler sakatlıkları çok ağır olan, idari işlemlerdir. Böyle idari işlemlere batıl işlemler de denmektedir. Bu işlemler baştan itibaren hukuki bir hüküm ifade etmezler.
            Bazı idari işlemler ise, yetki, şekil, sebep, konu ve amaç yönlerinden hukuka aykırı sakat işlemler olmakla birlikte iptal edilinceye kadar hukuk alanında hüküm ve sonuç doğuran idari işlemler olarak kendini göstermektedir.[1]

            Bu yazımızın kaleme alındığı sırada halen 20.02.2019 tarih ve 30692 sayılı resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren “            ERİŞKİNLER İÇİN ENGELLİLİK DEĞERLENDİRMESİ HAKKINDA YÖNETMELİK” ile aynı tarih ve sayılı resmi gazetede yayınlanan  “ÇOCUKLAR İÇİN ÖZEL GEREKSİNİM DEĞERLENDİRMESİ HAKKINDA YÖNETMELİK” yürürlükte bulunmaktadır. Bu yönetmelikler ile ilgili değerlendirmelerimiz aşağıda ayrıntılı olarak sunulacaktır.

 

II. ÜLKEMİZDE RAPOR YÖNETMELİKLERİ İLE İLGİLİ TARİHSEL SÜREÇ

 

            1) İlk olarak, 31.12.1960 tarih ve 193 sayılı,  07.05.1987 tarih ve 3359 sayılı, 13.12.1983 tarih ve 181 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye istinaden çıkartılıp, 18.03.1998 tarih ve 23290 sayılı Resmi gazetede yayınlanan “ÖZÜRLÜLERE VERİLECEK SAĞLIK KURULU RAPORLARI HAKKINDA YÖNETMELİK” hükümlerinden söz etmek gerekecektir. Bu yönetmelik kuşkusuz bir çok eksik düzenlemelere rağmen, engelliliği organ kaybı esasına dayandırmış; bu haliyle engellilerin beklentilerini karşılar nitelikte bir yönetmelik olarak değerlendirilmiştir..

            2) Nedendir bilinmez, o dönemde hükümet, biraz önce sözü edilen yönetmeliği günün gereksinimlerine göre düzelteceğine bu yönetmeliği kaldırarak, yerine 16.07.2006 tarih ve 26230 sayılı resmi gazetede yayınlanan “Özürlülük Ölçütü, Sınıflandırması Ve Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmelik” hükümlerini yürürlüğe koymuştur. Bu yönetmeliğin en belirgin özelliği söz konusu yönetmelikte vücut fonksiyon kaybı ve “ağır özürlü” kavramlarına yer verilmiş olmasıdır. Gerek vücut fonksiyon kaybı, gerekse de, ağır özürlülük kavramları üzerinde az sonra ayrıntılı olarak durulacaktır.

            3) 16.12.2010 tarih ve 27887 mükerrer sayılı resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren “ÖZÜRLÜLÜK ÖLÇÜTÜ, SINIFLANDIRMASI VE ÖZÜRLÜLERE VERİLECEK SAĞLIK KURULU RAPORLARI HAKKINDA YÖNETMELİK” 14.01.2012 tarih ve 28173 sayılı resmi gazetede yayınlanan yönetmelik ile yürürlükten kaldırılmıştır.  Yürürlükten kaldırılan yönetmelik ile yenisi arasındaki tek fark, yeni yönetmeliğin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı tarafından çıkarılmış olmasıdır. Yeni yönetmeliğin çıkarılmasının nedeni ise, Görme Özürlü Evrensel Hukukçular Derneğinin açtığı dava üzerine Danıştay 10. dairesinin 16.12.2010 tarih ve 2787 mükerrer sayılı resmi gazetede yayınlanan “Özürlü “Ölçütü, Sınıflandırması ve Özürlülere verilecek sağlık kurulu raporları hakkında yönetmelik” hükümlerinin şekil ve yetki yönlerinden hukuka aykırı bulmak suretiyle yürütmesini durdurmasıdır.

3).a. DANIŞTAY 10.DAİRE KARARININ KONU İLE İLGİLİ OLARAK ORTAYA KOYDUĞU YAKLAŞIM

            Öncelikle Danıştay 10. dairesinin bu kararı üzerinde durulması gerektiğini düşünmekteyiz.

            Yüksek daire, açılan 2010/1772 E. Sayılı dava ile ilgili olarak vermiş olduğu yürütmeyi durdurma kararında; “…..Dava konusu Yönetmeliğin dayanaklarından olan 5378 sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun Hükmünde  Kararnamelerde  Değişiklik Yapılması  Hakkında Kanun'un   5.  maddesinde, özürlülerle ilgili derecelendirmeler,  sınıflandırmalar ve tanımlamaların  uluslararası özürlülük sınıflandırması  temel  alınarak hazırlanan  özürlülük ölçütüne  göre  yapılacağı; özürlülük ölçütünün tespiti ve uygulama esaslarının, Maliye Bakanlığı,  Sağlık Bakanlığı,  Çalışma ve  Sosyal  Güvenlik  Bakanlığı ve Milli  Eğitim  Bakanlığı  ile  Özürlüler  İdaresi  Başkanlığınca müştereken çıkarılacak yönetmelikle belirleneceği kurala bağlanmıştır.   

Dava konusu Yönetmeliğin diğer bir dayanağı olan 2022 sayılı 65 Yaşını DOLDURMUŞ Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun'un 8. maddesinde de, aylık bağlamaya esas sağlık kurulu raporlarını düzenlemeye yetkili sağlık kuruluşlarının belirlenmesi ile bu raporların alınmasına ilişkin diğer usul ve esasların Sağlık Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından birlikte hazırlanacak  yönetmelikle belirleneceği hükmüne yer verilmiştir.

Davalı idarelerin savunmaları ile ara kararı cevaplarının ve dosyaya sunulan belgelerin incelenmesinden; özürlülere verilecek sağlık kurulu raporlarıyla ilgili düzenlemenin alt  yapısını oluşturmak üzere, ilk olarak 15.4.2009  tarihinde Özürlüler İdaresi  Başkanlığı, Sosyal  Güvenlik  Kurumu  Başkanlığı,  Sağlık Bakanlığı ve Maliye  Bakanlığı  yetkililerinin katılımıyla bir toplantı düzenlendiği, bu toplantı sonrası oluşan görüşlerin yeniden  paylaşılması amacıyla  aynı idarelerin  temsilcilerinden oluşan ikinci bir toplantının yapıldığı;  ardından Özürlüler İdaresi  Başkanlığının  15.7.2009  tarihli  yazısıyla, yapılan  toplantılar  ve  Sağlık Bakanlığınca hekimlerden oluşturulan bilim heyetlerince tespit edilen özür durumu hesaplama tablolarının birleştirilmesi suretiyle hazırlanan  yönetmelik taslağının, yukarıda aktarılan Yasa hükmünde belirtilen idarelere (Sağlık  Bakanlığı, Maliye Bakanlığı,  Milli Eğitim  Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına)  gönderilerek taslak hakkındaki görüşlerinin istenildiği; görüşlerin  bildirilmesinin  ardından  ise,  yönetmelik taslağının  yeniden  değerlendirilmesi amacıyla  Özürlüler  İdaresi  Başkanlığı,  Sağlık  Bakanlığı, Maliye  Bakanlığı,  Mili  Eğitim Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu  Başkanlığı yetkililerinin katılımıyla  3.8.2010 tarihinde gerçekleştirilen toplantıda taslağa son  halinin verilerek, dava konusu Yönetmeliğin "Devlet Bakanlığı (Özürlüler İdaresi Başkanlığı)"nca yayımlanıp yürürlüğe konulduğu ve yürütülmesinin Özürlüler İdaresi Başkanlığının  bağlı bulunduğu Bakanlık ile  Sağlık  Bakanlığına bırakıldığı anlaşılmaktadır.

        Bu haliyle, dava konusu Yönetmeliğin hazırlık sürecinde, ilgili kuruluşlarla işbirliği

yapıldığı, ancak Yönetmeliğin 5378 sayılı Yasanın 5. maddesinde öngörüldüğü şekilde, adı

geçen idarelerce müştereken çıkarılmadığı sonucuna varılmakta olup;  düzenleyici işlemde bu

bakımdan yetki yönüyle hukuka uyarlık görülmemektedir.

        Kaldı ki, düzenlenen toplantıların, Yasa hükmünde anılan idarelerin tümünün birlikte

katılımıyla gerçekleştirilmediği de dosyaya sunulan belgelerin incelenmesinden anlaşılmaktadır.”

            Görüleceği üzere, Danıştay Yüksek 10. Dairesi tartışma konusu yönetmeliğin nasıl çıkarılacağı konusunda adeta bir yol göstermiştir. Ne var ki, yönetmelik sanki bu karar yokmuş gibi yeniden ve aynı sakatlıklar ile 14.01.2012 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe konmuş; Yönetmeliğin çıkarılmasında sadece Devlet bakanlığının yerini Aile ve Sosyal Politikalar bakanlığı almıştır. Danıştay 10. Dairesi bu kararı takriben Aralık ayında aldığına göre geçen kısa zaman zarfında kime ve ne şekilde danışılarak bu yönetmeliğin yeniden yayınlandığı merak konusudur. Ne yazık ki, bu tutum hukuk devleti anlayışının önemli bir parçası olan hukuka saygı anlayışı ile de bağdaşmamıştır. Mahkeme kararlarını hiçe sayan bu anlayıştan engellileri tatmin edecek bir yönetmelik çıkarma yönündeki beklentimiz giderek alt seviyeye düşmüş iyimserliğimiz tam bir karamsarlığa dönüşmüştür.

3).b. 14.01.2012 Tarihli Resmi Gazetede Yayınlanan Yönetmeliğin Değerlendirilmesi

            Değerlendirmemize konu yönetmelik ile 14.01.2012 tarihli resmi gazetede yayınlanan yönetmelik hükümleri aynı olduğundan tespit ve değerlendirmelerimiz de 14.01.2012 tarihli resmi gazetede yayınlanan yönetmelik hükümleri dikkate alınarak gerçekleştirilecektir.

            Yukarıda Danıştay 10. Dairesi kararı irdelenirken de belirtildiği gibi yazımıza konu edilen yönetmeliğin dayanaklarından en önemlisi olarak gözümüze çarpan 5378 sayılı Kanun’un 5. maddesi değişmemiştir. Dolayısıyla da rapor yönetmeliği bu kanun’un 5. maddesindeki usul ve esaslar dahilinde çıkarılmadığından kendisinden önceki yönetmelikte var olan sakatlığı aynen korumuştur.

            Gerçekten de, 01.07.2005 tarih ve 5378 sayılı “Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 5. maddesinde;

            “Özürlülerle ilgili derecelendirmeler, sınıflandırmalar, tanılamalar uluslararası özürlülük sınıflandırması temel alınarak hazırlanan özürlülük ölçütüne göre yapılır. Özürlülük ölçütünün tespiti ve uygulama esasları, Maliye Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı ile Özürlüler İdaresi Başkanlığınca müştereken çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.” Hükmüne yer verilmektedir. Ne yazık ki, 14.01.2012 tarih ve 28173 sayılı resmi gazetede yayınlanan “Özürlü ölçütü, sınıflandırması ve özürlülere verilecek sağlık kurulu raporları hakkında yönetmelik” kanunda gösterilen bu usul ve esaslara göre düzenlenmemiştir.

            Belirtilmelidir ki, yönetmeliğin çıkarılmasında bu kadar çok bakanlığın olmasındaki temel gerekçe rapor yönetmeliğinin engellilerin bir çok haklarının kullanılması ile ilintilendirilmiş olmasıdır.

            Nitekim değerlendirme konusu rapor yönetmeliğinin “Amaç” başlıklı 1. maddesinde;

            “Bu Yönetmelik; özürlü sağlık kurulu raporlarının alınışı, geçerliliği, değerlendirilmesi ve özürlü sağlık kurulu raporu verebilecek yetkili sağlık kurumlarının tespiti ile ilgili usul ve esasları belirlemek; özürlülerle ilgili derecelendirmelere, sınıflandırmalara ve tanımlamalara gereksinim duyulan alanlarda ortak bir uygulama geliştirmek ve uluslararası sınıflandırma ve ölçütlerin kullanımının yaygınlaştırılmasını sağlamak amacıyla hazırlanmıştır.” Biçiminde bir düzenleme getirilmiştir. Şu halde, bu yönetmeliğin düzenlenmesinde 5378 sayılı kanunda belirtilen kuruluşların yer almasının adeta bir zorunluluk olduğu bu yönetmeliğin anılan maddesi ile de aslında kabul edilmektedir. Kaldı ki, böyle olması yönetmeliğin amacına da uygun düşecektir. Buna ek olarak, bu maddede belirtilen uluslararası ölçülerin ne olduğu konusunda da bu rapor yönetmeliğini hazırlayanlar tarafından herhangi bir açıklama getirilmiş değildir. Bu yönetmelik ile ortaya konulan rapor düzenleme ölçütlerinin hangi A.B. ya da gelişmiş herhangi bir ülkede uygulandığı o dönemde engelli yurttaşlar tarafından pek çok kez sorulmuş; fakat yetkililerce bu sorular kulak ardı edilmiştir.

            Yine yönetmeliğin “Kapsam” başlıklı 2. maddesine göre:

            “Bu Yönetmelik, özürlülere sağlanan haklardan ve verilecek hizmetlerden yararlanmak üzere istenilen özürlü sağlık kurulu raporları ile özürlü sağlık kurulu raporu verebilecek yetkili sağlık kurumlarını ve özürlülerle ilgili sınıflandırma ve ölçütleri kapsar….” Sözü edilen maddenin bu anlatımından engellilerin kullandıkları birçok hakkın bu yönetmelik ile bağlantılı olduğu duraksamaya yer verilmeyecek kadar açıktır. Unutulmamalıdır ki, engellilere birden fazla kurum tarafından çeşitli haklar verilmektedir. Sözgelişi vergi muaflığı ve istisnası Maliye bakanlığı, eğitim hakkı Milli eğitim Bakanlığı, iş ve sosyal güvenlik hakkı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından sağlanmaktadır. Böyle olunca da uygulama birliğinin oluşturulmasını sağlamak üzere kanun koyucu tarafından bu yönetmeliğin çeşitli bakanlıklarca düzenlenmesi amaçlanmıştır. Hazırlanan yönetmelik anılan yasa kurallarına aykırı bir biçimde hazırlanmış olmakla, yukarıda sözünü ettiğimiz Anayasamızın 124. maddesine de aykırılık teşkil etmiş bulunmaktadır.

            Önemle belirtilmelidir ki, bir düzenleyici işlemin kendisinin üstünde bulunan norma uygun olarak hazırlanması, normlar hiyerarşisine uygun düzenlemeler içermesi gerekir.

            Bu bağlamda, vurgulanması gereken önemli bir başka nokta da, engellilere verilecek sağlık kurulu raporlarının engellilerin haklarını kullanması hususunda belirleyici bir özellik taşımaması gerektiğidir. Örneğin bir engellinin hangi işlerde çalışabileceği sağlık kurulu raporunun konusu değildir. Sağlık kurulu raporu ile sadece bir kimsenin engeli olup olmadığı tespit edilmelidir. Ancak böyle özellikler taşıyan bir raporun bilimselliğinden söz edilebilir. Engelliliğin tespitinde işin içerisine ön yargıların girmesi o tespitin bilimselliğini ortadan kaldıran bir etken olarak değerlendirilir. Ne yazık ki, eldeki rapor yönetmeliğinin yukarıda anlatılan durum ve nedenlerle bilimsel olduğunun söylenmesi iyimser bir yaklaşım olacaktır.

Diğer yandan, 14.01.2012 tarih ve 28173 sayılı resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe konulan “özürlülük ölçütü, sınıflandırması ve özürlülere verilecek sağlık kurulu raporları hakkında yönetmeliğin “Kapsam” başlıklı 2/2. maddesinde;

            “8/10/1986 tarihli ve 86/11092 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliği kapsamında asker hastanelerince malullük aylığı bağlanacaklara verilecek özürlü sağlık kurulu raporları ve sosyal güvenlik kuruluşlarınca primli sisteme tabi olanlara bağlanacak malullük aylıkları için istenecek özürlü sağlık kurulu raporları bu Yönetmelik kapsamında değerlendirilmez.” Hükmüne yer verilmiştir. Bu düzenlemenin nedeninin ne olduğu hangi zorunluluktan kaynaklandığı açıklanmaya muhtaçtır. Bu düzenlemenin engellilere verilecek sağlık kurulu raporlarında çifte standart yaratacağı ortadadır. Maluliyetin saptanmasındaki kriterlerin neden sağlık kurulu rapor yönetmeliğinde kullanılamadığı bilimsel olarak açıklanmalıdır. Aksi halde bu yönetmeliği hazırlayanların tarihsel bir çelişkiye düştüklerini söylemek hiç de kötü niyetli bir yaklaşım olmayacaktır. Bu açıklamalardan da görülecektir ki, rapor yönetmeliğinin hazırlanmasında uygulama birliğinin sağlanması için çeşitli bakanlıkların yer alması gerçeği olmazsa olmaz bir koşul olarak önümüzde durmaktadır
Bundan başka, söz konusu Yönetmeliğin 3. Maddesinde; Yönetmeliğin dayanağı olarak 193 sayılı “Gelir vergisi kanunu, 2022 sayılı “Güçsüz, Kimsesiz ve Muhtaç Türk Vatandaşlarına Aylık bağlanması hakkında kanun” 3308 sayılı “Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu” ve 5378 sayılı “Özürlüler Kanunu ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” olarak gösterilmiştir.

Sözü edilen yönetmeliğin dayanağı olarak “Motorlu taşıtlar vergisi Kanunu” ve “Özel Tüketim Vergisi Kanunu”’nun gösterilmemiş olmasının da önemli bir hukuksal hata olduğu vurgulanmalıdır.

            Ayrıca, rapor yönetmeliğinin hazırlanmasında özürlülere hizmet amacıyla faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının görüşlerine yer verilmemiş olması yönetmeliği hazırlayan bakanlıkların katılımcı anlayışa verdikleri önem ve değeri de göstermesi açısından üzerinde durulmaya değer bir olgudur. Gerçekten de, ülkemizin imzalayıp usulüne uygun olarak yürürlüğe koymuş bulunduğu “Birleşmiş Milletler Engelli Kişilerin Hakları Sözleşmesi”’nin 4/3. maddesine göre:

            “Taraf Devletler işbu Sözleşme’nin uygulanmasını sağlayacak yasalar ve politikaların geliştirilmesi ve yaşama geçirilmesi ile engellilere ilişkin diğer karar alma süreçlerinde engelli çocuklar da dâhil olmak üzere engellilere onları temsil eden örgütler aracılığıyla sürekli danışacak ve etkin bir şekilde bu sürece dâhil edeceklerdir.” Bu yönetmeliğin hazırlanmasında herhangi bir örgüte danışıldığına dair en küçük bir ipucu yoktur. 

            Rapor yönetmeliğinin üzerinde durulması gereken bir başka düzenlemesi ise, “Tanımlar” başlıklı düzenlemesidir. Yönetmeliğin 4. maddesinde ilk olarak ağır özürlülük kavramı tanımlanmaktadır. Bu tanıma göre:

            “Ağır özürlü: Özür durumuna göre özür oranı %50 ve üzerinde olduğu tespit edilenlerden günlük yaşam aktivitelerini başkalarının yardımı olmaksızın yerine getiremeyeceğine özürlü sağlık kurulu tarafından karar verilen kişilerdir.” Bu tanımın bilimsel olduğu konusunda ciddi kuşkularımız bulunmaktadır. Bir kimsenin %50 özürlü olması demek zaten günlük yaşamın zorunlu alışılmış gereklerini yerine getirebildiği ya da verilecek bir destek eğitim ile yerine getirebilmesi gerçeğini ifade eder. Şayet bir kimse, günlük yaşamın alışılmış zorunlu gereklerini yerine getiremiyorsa, artık o kişi %100 özürlüdür demektir. Bu durumda da %50 oranında bir özürlünün nasıl ağır özürlü olduğu; bu hususta Dünya Sağlık Örgütü tarafından kullanılan bir ölçüt olup olmadığı; ya da Türkiye’de ve dünyada böyle bir örnek bulunup bulunmadığı yanıtlanması gereken önemli bir sorudur.

            Yine aynı Yönetmeliğin anılan 4. maddesinde yapılan başka bir tanım ise, “Sağlık kurulu Raporu” ile ilgili tanımlamadır. Rapor yönetmeliğinin 4/d) maddesine göre:

            “Özürlü sağlık kurulu raporu: Özürlü sağlık kurulunca hazırlanan, kişilerin özür ve sağlık durumu ile kullanım amacını belirten belgedir.” Bu tanımdan hareketle yönetmeliğin 9/4. maddesinde şu düzenlemeye yer verildiği görülmektedir.

            “Kişinin ya da kişiyi sevk eden kurumun talebi halinde, kişinin sağlığına etkisi dikkate alınarak çalıştırılamayacağı işlerin niteliği ile raporun kullanım amacı bölümüne; bireyin yararlanmak istediği hak ve hizmetlere ilişkin talepleri belirtilir.” Kanımızca bu düzenlemenin sağlık kurulu raporlarının verilme amacı ile hiç bir ilgisi olamaz.  Sağlık kurulu raporlarının amacı, kişinin engel durumunun tespitidir. Bunun dışındaki hiçbir husus sağlık kurulu raporunda yer alamaz. Aksi halde bu raporlar engelli bireylerin haklarını budamaktan öteye bir nitelik taşımaz. Ne yazık ki, gerek, 16.07.2006 tarih ve 26230 sayılı resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe konulan “Özürlülük Ölçütü, sınıflandırması ve Özürlülere verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmelik” gerekse de, 16.12.2010 tarih ve 27887 mükerrer sayılı ve 14.01.2012 tarih ve 28173 sayılı resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe konulan yönetmelikler, engelli kişilerin haklarını ortadan kaldıran onların bu haklara sahip olmalarını ve kullanmalarını olanaksız hale getiren yönetmelikler olarak tarihteki yerlerini almışlardır.

            Gerek 16.12.2010 tarih ve 27887 mükerrer sayılı resmi gazetede yayınlanan yönetmelik, gerekse de 14.01.2012 tarih ve 28173 sayılı resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe konulan yönetmeliğin 9/4 maddesinde;

“Kişinin ya da kişiyi sevk eden kurumun talebi halinde, kişinin sağlığına etkisi dikkate alınarak çalıştırılamayacağı işlerin niteliği ile raporun kullanım amacı bölümüne; bireyin yararlanmak istediği hak ve hizmetlere ilişkin talepleri belirtilir.” Biçiminde bir kurala yer verilmiştir. Bir engelli kişinin çalıştırılamayacağı işlerin niteliğinin sağlık kurulu tarafından hangi bilimsel ölçütler kullanılarak saptanacağı konusunda yönetmelikte ayrıntılı bir düzenleme mevcut değildir. Ne yazık ki, bu düzenleme ile engelli bireylerin ekonomik gelecekleri adeta hekimlerin insafına ve önyargılarına bırakılmaktadır. Oysa ki, imza koyup yöntemine göre yürürlüğe koyduğumuz “Birleşmiş Milletler Engelli Kişilerin Hakları Sözleşmesi”’nin 27. Maddesi açıkça engellilerin çalışma yaşamını zorlaştıran uygulamaları yasaklamış bulunmaktadır. O tarihlerde engellilerin avukatlık, öğretmenlik mesleklerini yapmasına engel olduğu yönünde bir çok hekim raporlarına rastlanmaktadır. Bir hekimin engellinin hangi işleri yapacağı konusunda bir bilgi birikiminin de olması imkânsızdır. Sözgelişi, iki eli olmayan bir engelli piyano çalmak istese ve bu amaçla bir hastaneye başvursa o hastanedeki sağlık kurulu bu kişiye nasıl bir rapor verecektir? Bu kişi piyano çalma mesleği bakımından engeli de göz önünde bulundurulduğunda elverişlimi yoksa elverişsiz mi olacaktır? Bu soruya hekimlerin vereceği Her iki yanıt da bilimsellik ve hakkaniyetten uzak bir yanıt olacaktır.

            Yine, söz konusu yönetmeliğin 8/2. maddesine göre:

            “Kişinin özür oranı, özürlü sağlık kurulunca bu Yönetmeliğin ekinde yer alan EK-2 Özür Oranları Cetvelinde bulunan özür oranlarına göre yüzde (%) olarak belirlenerek özürlü sağlık kurulu raporunun ilgili bölümünde rakam ve yazı ile belirtilir. Bu cetvelde adı geçmeyen hastalık ve özürler ile bunlara ait özür oranları, fonksiyon kayıplarına göre özürlü sağlık kurulunca değerlendirilerek belirlenir.

            Belirtelim ki, gelişmiş hiçbir ülkede kişilerin özürlülük oranının saptanması gibi bir yola gidilmemektedir. Kişilerin engellerinin 1 ile yüz oranı arasına sıkıştırılmış olması, bilimsellik ile bağdaşmadığı gibi, insan hakları ile de bağdaşması mümkün değildir.

            Bundan başka, yönetmeliğin 8. maddesinde yönetmeliğin ikinci ekindeki özür oranlarının mutlaka yazı ve rakam ile sağlık raporuna yazılacak olmasının hiçbir mantıksal gerekçesi olmadığı gibi,  engellilere verilecek sağlık kurulu raporlarında %100 oranının yazılmamasının da bilimsellik ile açıklanması mümkün değildir. Bir belirlemede bir rakamı var ise ve bu sayı doğrusu 1’den 100’e kadar ise yüz rakamının da bu sayı doğrultusunda olduğu kesindir. Ancak, bu sayı doğrusuna 90 yazılıp da 100 sayısı yazılamıyor ise, oluşturulan sayı doğrultusu matematiksel açıdan hatalıdır demektir. Sağlık raporları açısından düşünüldüğünde, total bir görme engeli olan bir kimseye %100 oranında rapor verilememiş olması, bir başka anlatımla, engellilere verilecek sağlık kurulu raporlarına %100 oranının yazılamamış olması bu raporun bilimsel bir bakış açısı ile hazırlanmadığını gösterir.

            Öte yandan, Bu yönetmelik ekindeki cetvelde yer almayan hastalık ve özürler ile bunlara ait özür oranlarının fonksiyon kayıplarına göre özürlü sağlık kurulunca değerlendirilerek belirleneceği yönündeki düzenleme, aslında bu yönetmeliğin de vücut fonksiyon kaybı esasından ayrılmadığını göstermesi bakımından son derece önemlidir. Bir kimsenin özür durumuna göre vücut fonksiyon kayınının hangi bilimsel ölçüler kullanılarak hesaplandığı, bu ölçülerin hangi gelişmiş toplum ve ülkelerde uygulandığı oldukça merak konusudur. Bu konuda kullanılan hesap yönteminin ne olduğu da bugüne kadar bunu hesaplayanlar tarafından kamuoyuna ve engelli kişilere açıklanmış değildir. Örneğin %100 oranda görme engeli bulunan bir kimsenin vücut fonksiyon kaybı oranının ne olduğu nasıl hesaplanmaktadır? Bir kimse diyelim ki %100 oranında görme engelli ise böyle bir kişinin özür durumuna göre vücut fonksiyon kaybının %85 oranında olduğu varsayıldığında bu kişi günlük yaşamının hangi alışılmış zorunlu gereklerini yerine getirebilecektir? 

            Bir başka nokta ise, yönetmeliğin 11. maddesinde birden çok özrü bulunanlar için vücut fonksiyon kaybı oranı hesaplama yönteminin uygulanacak olmasıdır. Birden çok özrü bulunan kimseler için de vücut fonksiyon kaybı oranı hesap yönteminin kullanılması doğru ve gerçekçi sonuçların alınmasına katkı sağlamayacaktır. Yukarıda sorulan sorular bu açıklamalar için de geçerli olup vücut fonksiyon kaybı esası ile diyelim hem görme engeli olan, hem de diyabet hastası olan bir kimsenin vücut fonksiyon kaybı hangi bilimsel esasa göre ve hangi bilimsel kriterler baz alınarak hesaplanacaktır.? Görüldüğü kadarıyla vücut fonksiyon kaybı hesap yönteminin çok da bilimsel bir hesap yöntemi olmadığı yanıltıcı sonuçlar verdiği anlaşılmaktadır.

ayrıca, Yukarıda da değinildiği üzere, kişilerin yararlanacakları hakların belirlenmesinde sağlık kurulu raporlarının da esas alınması sosyal devlet ilkesi ile bağdaştırılamaz. Zira gerek vücut fonksiyon kaybı oranına, gerekse de, rakamlarla oynanarak başka hesap yöntemlerine göre hazırlanmış sağlık kurulu raporlarının engelli bireyleri ciddi hak kayıplarına uğrattığı yakın tarihimizde bizzat engellilerin tanık olduğu somut ve hazin gerçeklik olarak belleklerimizdeki yerini korumaktadır. Ne yazık ki, bu yöntemin uygulanmasına bazı alanlarda halen devam edilmektedir.

            Örneğin; 2022 sayılı kanun gereğince muhtaçlık aylığı alan engelliler bakımından alacakları raporlarda vücut fonksiyon kaybı oranına göre bir değerlendirme yapılarak özürlü ya da ağır özürlü olup olmadığı saptanmakta ve buna göre aylık bağlama işlemi yapılmaktadır.
            06.11.2010 tarih ve 27751 sayılı resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren  “65 YAŞINI DOLDURMUŞ MUHTAÇ, GÜÇSÜZ VE KİMSESİZ TÜRK VATANDAŞLARI İLE ÖZÜRLÜ VE MUHTAÇ TÜRK VATANDAŞLARINA AYLIK BAĞLANMASI HAKKINDA YÖNETMELİK”’in 7/2-a) Maddesine göre: “Özür durumuna göre tüm vücut fonksiyon kaybı oranı, % 40 ile % 69 arasında olanlar "özürlü”, b) Özür durumuna göre tüm vücut fonksiyon kaybı oranı, % 70 ve üzerinde olanlar ise "başkasının yardımı olmaksızın hayatını devam ettiremeyecek derecede özürlü", olarak kabul edilir.” Oysa ki, Anayasamızın 2. Maddesi Türkiye Cumhuriyeti Devletinin niteliklerini sayarken sosyal hukuk devleti ilkesine de vurgu yapmış, bu kavramı devletimizin nitelikleri arasında saymıştır.

            Anayasa mahkemesi bir kararında sosyal hukuk devleti ilkesini şöyle tanımlamaktadır:

            “Sosyal hukuk devleti, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği yani sosyal adaleti ve toplumsal dengeyi sağlamakla yükümlü devlet demektir. Çağdaş devlet anlayışı, sosyal hukuk devletinin, tüm kurumlarıyla Anayasa’nın sözüne ve ruhuna uygun biçimde kurulmasını gerekli kılar. Hukuk devletinin amaç edindiği kişinin korunması, toplumda sosyal güvenliğin ve sosyal adaletin sağlanması yoluyla gerçekleştirilebilir. (...) Anayasa’nın Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer verdiği sosyal hukuk devletinin dayanaklarından birini oluşturan sosyal güvenlik kavramının içerdiği temel esas ve ilkeler uyarınca toplumda yoksul ve muhtaç insanlara Devletçe yardım edilerek onlara insan onuruna yaraşır asgarî yaşam düzeyi sağlanması, böylece, sosyal adaletin ve sosyal devlet ilkelerinin gerçekleşmesine elverişli ortamın yaratılmasıdır.”

            Değerlendirmeye konu yaptığımız “Özürlü Ölçütü, Sınıflandırması ve Özürlülere verilecek sağlık kurulu raporları hakkında yönetmelik” ve bundan önceki yönetmelikler ne yazık ki, bilimsel olmayan hesaplama yöntemleri ile birçok engellinin bir takım hakları elde etmesine engel olduğu gibi, var olan hakların da kaybına yol açmıştır. Yukarıda değinilen 65 Yaşını doldurmuş Güçsüz, Kimsesiz, ve Muhtaç Türk vatandaşları ile Özürlü ve Muhtaç vatandaşlara aylık bağlanması hakkında yönetmelik ”’in 7/2-a) maddesindeki düzenleme karşısında bir çok engelli muhtaç olduğu halde bu aylığı almaktan mahrum edildiği gibi, söz konusu aylıktan yararlananların ise aylıkları kesilmiştir. Bu uygulamaların sosyal hukuk devleti ilkesi ile nedenli bağdaşacağı kamuoyunun takdirine bırakılmıştır.
Görüldüğü üzere, bu yönetmelikler hazırlanışı itibarıyla hizmet gerekleri ve ölçülülük ilkesi ile bağdaşmamıştır.

            4) Bu kapsamda ele almamız gereken bir başka yönetmelik de, 30.03.2013 tarih ve 28603 sayılı resmi gazetede yayınlanan  “ÖZÜRLÜLÜK ÖLÇÜTÜ, SINIFLANDIRMASI VE ÖZÜRLÜLERE VERİLECEK SAĞLIK KURULU RAPORLARI HAKKINDA YÖNETMELİK” hükümleridir. Bu yönetmeliğin 8. Maddesinde yeniden özür oranının %100 üzerinden tespiti yoluna gidilmiş; fakat hiçbir zaman %100 oranında bir engel olduğuna dair bir rapor düzenlenmemiştir. Ayrıca bu rapor yönetmeliğinin 2. ekinde yer alan cetvelde adı geçmeyen hastalık ve özürler ile bunlara ait özür oranları, fonksiyon kayıplarına göre özürlü sağlık kurulunca değerlendirilerek belirlenmektedir. Yukarıda bundan önceki yönetmelikler ile ilgili olarak yapılan değerlendirmelerimiz, bu yönetmelikte yer alan özür oranı değerlendirmesi dışında geçerliliğini korumuştur.

 

III. YÜRÜRLÜKTE BULUNAN SON YÖNETMELİKLER İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRMELERİMİZ

 

            Engelliler ile ilgili sağlık kurulu raporların düzenlenmesine dayanak olarak Halen, ülkemizde sağlık kurulu raporları ile ilgili olarak; yürürlükte bulunan 20.02.2019 tarih ve 30692 sayılı resmi gazetede yayınlanan  “ERİŞKİNLER İÇİN ENGELLİLİK DEĞERLENDİRMESİ HAKKINDA YÖNETMELİK” ile aynı tarih ve sayılı resmi gazetede yayınlanan “ÇOCUKLAR İÇİN ÖZEL GEREKSİNİM DEĞERLENDİRMESİ HAKKINDA YÖNETMELİK” mevcuttur.

            ÇOCUKLAR İÇİN ÖZEL GEREKSİNİM DEĞERLENDİRMESİ HAKKINDA YÖNETMELİK”in “DAYANAK başlıklı 3. Maddesinde;

(1) Bu Yönetmelik, 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 31 inci maddesi, 1/7/1976 tarihli ve 2022 sayılı 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanunun 8 inci maddesi ve 1/7/2005 tarihli ve 5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanunun 5 inci maddesine dayanılarak hazırlanmıştır.” Denilmek suretiyle yönetmeliğin dayanağı belirtilmiş; “ERİŞKİNLER İÇİN     ENGELLİLİK DEĞERLENDİRMESİ HAKKINDA YÖNETMELİK”in 3. Maddesinde de yönetmeliğin dayandığı kanun hükümleri aynı şekilde belirlenmiştir.. Söz konusu yönetmeliklerin dayandığı 5378 sayılı 

            “ENGELLİLER HAKKINDA KANUN”un 5. Maddesinde;

            Bireyin engelliliğini ve engellilikten kaynaklanan özel ihtiyaçlarını belirleyen derecelendirmeler, sınıflandırmalar ve tanılamalarda uluslararası temel yöntemler esas alınır. Engellilik durumunun tespit ve uygulama esasları, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Millî Eğitim Bakanlığının görüşleri alınarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığınca müştereken çıkarılan yönetmelikle belirlenir. O halde söz konusu bu yönetmeliklerin de, yetki ve şekil bakımından eksik olduğu ve iptali gerekeceği açıktır. Yalnız, 5278 sayılı Kanun’un anılan 5. Maddesi, rapor yönetmeliklerinin düzenlenmesi sırasında uluslararası ölçütlerin dikkate alınacağı yönündeki eski hükmü bertaraf etmiştir.

            Belirtilmelidir ki,  “ERİŞKİNLER İÇİN ENGELLİLİK DEĞERLENDİRMESİ HAKKINDA YÖNETMELİK” sağlık kurulu raporları ile ilgili düzenlemelerin gerçekleştirildiği son yönetmeliktir.

Söz konusu Yönetmelik’in önceki yönetmeliklerden farkı, bu yönetmelikte ağır engellilik kavramının ortadan kaldırılması ve bunun yerine kısmi bağımlı engelli birey ve tam bağımlı engelli birey kavramlarının getirilmiş olmasıdır. Bu bağlamda önemle vurgulanmalıdır ki, 2022 sayılı Kanunda ve buna istinaden çıkarılan yönetmelikte oransal değerler ifade edilmişken bu yönetmelikte oransal değerlerin yanında kısmi ve tam bağımlı engellilikten söz edilmesi uygulamada ciddi sorunlar ve mağduriyetler yaratacaktır. Henüz tarafımızdan bu hususta bir yargısal içtihada rastlanmamış olsa da, uygulamada uygulayıcıların ciddi tereddütler yaşayacağı bir gerçektir. Sözü edilen yönetmelikte tanımlanan kısmi ve tam bağımlı engellilik kavramlarına göz attığımızda; anılan yönetmeliğin “TANIMLAR” başlıklı 4/1-ğ maddesinde;

            “Kısmi bağımlı engelli birey: Doku, organ ve/veya fonksiyon kaybı ve/veya psikiyatri tanısına bağlı olarak muhakeme yeteneği değerlendirilmesi gereken fonksiyonel bağımsızlık ölçeklerine göre günlük yaşam aktivitelerini yardım alarak gerçekleştirebileceğine karar verilen bireyi ifade eder.” Biçiminde tanımlanmış; aynı yönetmeliğin 4/1-m maddesinde ise;

            “Tam bağımlı engelli birey: Engel durumuna göre engel oranı %50 ve üzeri olduğu tespit edilenlerden doku, organ ve/veya fonksiyon kaybı ve/veya psikiyatri tanısı bağlantılı olarak muhakeme yeteneği değerlendirilmesine göre günlük yaşam aktivitelerini yardım almasına rağmen kendi başına gerçekleştiremediğine karar verilen bireyi, ifade eder.” Biçiminde tanımlanmıştır. Belirtelim ki, bu tanımların daha bilimsel ve gerçekçi olduğu söylenebilirse de tam bağımlı engellilik için konulan en az %50 sınırının esas alınması yönetmelikte yapılan tam bağımlı engelli birey tanımının diğer unsurlarıyla çelişki arz etmektedir. Örneğin bu tanıma göre %80 engeli olmasına karşın tanımdaki diğer şartlara uymayan kişiler hekim tarafından nasıl saptanacak ya da bu durumdakilerin tam bağımlı olup olmadığı neye göre belirlenecektir. Belirtmeliyim ki,  bu belirsiz durumun sözgelişi,  2022 sayılı kanunun uygulanması bakımından ciddi bir sorun oluşturacağı kuşkusuzdur. Ayrıca önemli bir aksaklık da, anılan yönetmeliğin 2/3. Maddesindeki düzenleme ile ortaya çıkmaktadır. Mamafih, anılan düzenleme;

            “31.05.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununa tabi sigortalılara bağlanacak sürekli iş göremezlik geliri, malullük aylıkları ile ölüm sigortasından bağlanacak aylıklar 1/7/1976 tarihli ve 2022 sayılı 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanuna göre verilecek fark aylığı miktarının belirlenmesine esas sağlık kurulu raporları hariç) için istenecek durum bildirir sağlık kurulu raporları bu Yönetmelik kapsamında değerlendirilemez.” Biçiminde bir kurala yer verilmiş; aynı yönetmeliğin “DAYANAK” başlıklı 3. Maddesinde ise;

            “Bu Yönetmelik, 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 31 inci maddesi, 1/7/1976 tarihli ve 2022 sayılı 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanunun 8 inci maddesi ve 1/7/2005 tarihli ve 5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanunun 5 inci maddesine dayanılarak hazırlanmıştır.” Biçiminde bir kurala yer verilmekle; kendi içinde çelişmektedir. Keza söz konusu yönetmeliğin 4. Maddesinde tanımlanan Engellilik durum değerlendirmesi tanımına göre, “Engelliliğin tespiti amacı ile hastalık şiddeti, organ veya fonksiyon kaybını içeren değerlendirme”nin anlaşıldığı belirtilmektedir. Oysa ki, idare hukuku bakımından esas olan bir işlemin kesin ve belirlenebilir olmasıdır. Nitekim Danıştay içtihatlarında idari işlemin kesin ve belirlenebilir olmasının önemli bir idare hukuku ilkesi olduğu istikrarlı bir biçimde belirtilmektedir.

            Bundan başka, Yönetmeliğin bu maddesinde yer alan vücut fonksiyon kaybının nasıl ve hangi bilimsel yöntemlerle ölçüldüğü konusu da ayrıca bilinmeyen bir denklem olarak karşımızda durmaktadır. Sözgelişi, %60’ın üzerinde vücut fonksiyon kaybı oranında rapor alanlar bu yönetmelikteki düzenleme gereğince %40 oranında engelli raporu bile alamamaktadırlar. Hele hele, birden fazla engeli olan kişilerin engellilik durumunun Balthazard formülü ile hesaplanması; bu formüle göre de, bireyin engel oranı belirlenirken birden fazla engeli olanlar için kullanılan hesaplama şeklini ifade ettiği; aynı yönetmeliğin geçici 2/2. Maddesine göre:

            “a) Engel oranları ayrı ayrı tespit edilir.

b) Bu oranlar en yükseğinden başlanarak sıraya konulur.

c) En yüksek oran, engellinin tüm vücut fonksiyonunun tamamını gösteren

%100’den çıkarılır.

            ç) Bu çıkarmada kalan miktar, sırada ikinci gelen engel oranı ile çarpılır. Çarpımın 100’e bölünmesinden çıkan rakam en yüksek engel oranına eklenir; böylece, birinci ve ikinci rahatsızlıkların engel oranı bulunmuş olur.

            d) Engel ikiden fazla ise birinci ve ikinci rahatsızlıkların engel oranı birinci sıraya ve üçüncü sıradaki engel oranı ise ikinci sıraya alınarak formül tekrarlanır.” Yine aynı yönetmeliğin geçici 2/3. Maddesine göre ise:

            “Balthazard formülünün uygulanmasına ilişkin olarak bu yönetmeliğin 3. Ekinde yer alan Balthazard Hesaplama Tablosu da kullanılabilir.” Şimdi soru şudur; vücut fonksiyon kaybı oranına göre engellilik oranları hesaplanan bu tür engellilerin durumu ne olacaktır?  Bu durumda olanlar yeniden rapor aldıklarında eski oranları ile rapor alamazlar ise kendilerine tanınan haklar geri mi alınacaktır? Hemen söyleyelim ki, maalesef bu durumda olan engelli yurttaşlarımızın çoğu hakları ellerinden alınmış olacaktır.

Öte yandan, “ERİŞKİNLER İÇİN ENGELLİLİK DEĞERLENDİRMESİ HAKKINDA YÖNETMELİK”in “Engellilik durum değerlendirmesi” Başlıklı 5. Maddesine göre:

            “(1) Engelli bireylere ilişkin değerlendirme çalışmalarında, sınıflandırma sistemi olarak İşlevsellik Yetiyitimi ve Sağlığın Uluslar arası Sınıflandırması (ICF) kullanılır.” Bu maddede yollama yapılan İCF kurallarında yönetmelikte yer aldığı gibi örneğin, vücut fonksiyon kaybı kavramı hangi bölümde kullanılmıştır ki, bu kavram rapor yönetmeliğinde yer almıştır? Açıklanmaya muhtaçtır.

 

ICF”NİN Engellilik Ölçütü, Sınıflandırılması ve Engelliliğin Tespiti İle İlgili Genel Yaklaşımı

 

            ICF kurallarının “ICF’nin Amaçları” bölümünde ICF’nin amaçları şöyle belirtilmektedir:

            ICF, çeşitli disiplinler ve farklı sektörlere hizmet etmek amacıyla tasarlanmış kapsamlı bir sınıflandırmadır. Özel amaçları şu şekilde özetlenebilir:

• Sağlık ve sağlıkla ilgili durumların, sonuçlarının ve belirleyicilerinin anlaşılması ve araştırılması için bilimsel bir temel oluşturmak;

• Sağlık çalışanları, araştırmacılar, siyasetçiler gibi ve yetiyitimi olanlar da dâhil olmak üzere toplumda farklı kullanıcılar arasında sağlık ve sağlıkla ilgili durumlarla ilgili iletişimi arttırmak amacıyla ortak bir dil oluşturmak;

• Ülkeler, sağlıkla ilgili disiplinler, hizmetler ve zaman açısından verilerin karşılaştırılmasına olanak sağlamak;

• Sağlıkla ilgili bilgi sistemleri için sistematik kodlama şemaları sağlamak.

ICF’ye duyulan gereksinim ve ICF’nin kullanımı farklı kültürlerde, sağlık politikaları, kalite güvencesi ve sonuçların değerlendirilmesinde farklı tüketiciler tarafından kullanılacak anlamlı ve uygulanabilir bir sistemin oluşturulmasını gerektirdiği için söz konusu amaçlar birbirleriyle bağlantılıdır.”

ICF’nin Uygulama Alanları ise;

ICIDH, 1980 yılında deneme baskısının yayımlanmasından bu yana birçok amaç için kullanılmıştır, Sözgelişi:

• İstatistiksel araç olarak – verilerin toplanmasında ve kaydedilmesinde (örneğin nüfus çalışmalarında ve araştırmalarda veya bilgi sistemlerinin yönlendirilmesinde);

• Araştırma aracı olarak – yaşam kalitesi veya çevresel etmenlerin ve sonlanış değişkenlerinin ölçümünde;

• Klinik araç olarak – değerlendirme, tedavi ile özel durumların eşleştirilmesi, mesleki değerlendirme, rehabilitasyon ve sonuç değerlendirmeleri;

• Sosyal politika aracı olarak – sosyal güvenlik planlamaları, tazminat sistemleri ve politika tasarımları ile uygulamaları;

• Eğitim aracı olarak – müfredat programı geliştirmede ve sosyal hareket oluşturmak ve farkındalığı arttırmak için.

ICF, doğası gereği sağlık ve sağlıkla ilgili konuların bir sınıflandırması olduğu için, sigortacılık, sosyal güvenlik, çalışma, eğitim, ekonomi, sosyal politika gibi farklı sektörler tarafından, yasaların hazırlanmasında ve çevresel düzenlemelerde de kullanılır. ICF, bir Birleşmiş Milletler sosyal sınıflandırması olarak da kabul edilir ve Yetiyitimi Olanlar için Fırsat Eşitliğinin Standart Kuralları’na7 gönderme yapar. Bu nedenle ICF, hem ulusal mevzuat hem de uluslararası insan hakları hükümlerinin yerine getirilmesi için uygun bir araçtır.

ICF, farklı kullanımlar için geniş bir yelpaze sunar, örneğin sosyal güvenlik, sağlık hizmetlerinde değerlendirme, yerel, ulusal ve uluslararası düzeyde nüfus incelemeleri gibi. Toplumsal engelleri ortadan kaldırarak veya hafifleterek sosyal destek ve kolaylıklar hakkındaki hükümleri teşvik ederek korunma, sağlık koşullarının geliştirilmesi ve katılımın arttırılması da dâhil olmak üzere kişisel sağlık bakımına uygulanan kavramsal bir bilgi çerçevesi sunar. Gerek değerlendirme, gerekse politika oluşturma açısından sağlık bakım sistemleri araştırmalarında da kullanıma elverişlidir.

ICF’nin Özellikleri

            Yetiyitimi Olanlar için Fırsat Eşitliğinin Standart Kurallarını. 20 Aralık 1993 tarihinde, Birleşmiş Milletler Genel Meclisi tarafından 48. oturumda kabul edilmiştir (karar 48/96). New York, NY, Birleşmiş Milletler Kamu Enformasyon Departmanı, 1994.

Herhangi bir sınıflandırma sisteminin neyi gruplandırdığı açık, anlaşılır olmalıdır: evreni, kapsamı, sınıflandırma birimi, organizasyonu, bunların birbirleriyle nasıl bağlantılı oldukları anlaşılır olmalıdır. Aşağıda yer alan bölümlerde ICF’nin bu özellikleri açıklanacaktır:

ICF’nin Evreni

ICF, insan sağlığının bütün alanlarını ve iyilik halinin sağlıkla ilgili bazı bileşenlerini kapsar. Bunları sağlık alanları ve sağlıkla ilgili alanlar8 açısından tanımlar. Bu sınıflandırma sağlıkla ilgili geniş bir bağlam içinde yer alır ve sosyoekonomik etmenler nedeniyle ortaya çıkan koşullar gibi sağlıkla ilgisi olmayan durumları kapsamaz. Örneğin, insanlar ırkları, cinsiyetleri, dinleri veya diğer sosyoekonomik özellikleri nedeniyle bulundukları çevrede görevleri yerine getirmede sınırlandırılabilirler, fakat bunlar ICF’ de sınıflandırılan sağlıkla ilgili katılım kısıtlılıkları değildir.

ICF’nin sadece yetiyitimi bulunan kişilerle ilgili olduğuna dair yanlış bir kanı vardır; aslında ICF tüm insanlarla ilgilidir. Bütün sağlık koşulları ile bağlantılı sağlık ve sağlıkla ilgili durumlar ICF kullanılarak tanımlanabilir. Bir başka deyişle, ICF’nin kullanımı evrenseldir.

ICF’nin Kapsamı

ICF, insanın işlevselliği ve kısıtlılıklarla ilgili durumların tanımını sağlar ve bu bilginin düzenlenmesi için bir çerçeve oluşturur. Bilgiyi, anlamlı, bağlantılı ve kolay ulaşılır bir biçimde yapılandırır.

ICF, bilgiyi iki bölüm halinde düzenler: 1.Bölüm İşlevler ve Yetiyitimini, 2.Bölüm ise Bağlamsal Etmenleri kapsar. Her bölüm iki bileşenden oluşur:

İşlev ve Yetiyitimi için Bileşenler

Vücut bileşeni, biri vücut sistemlerinin işlevleri ve diğeri de vücut yapıları olmak üzere iki sınıflandırmadan meydana gelir. Her iki sınıflandırmayı anlatan bölümler vücut sistemlerine göre düzenlenmiştir.

Etkinlikler ve Katılım bileşeni gerek bireysel gerekse toplumsal bakış açısından işlevsellik anlamına gelecek bütün alanları kapsar.

Bağlamsal Etmenler için Bileşenler

Çevresel Etmenler listesi, Bağlamsal Etmenlerin ilk bileşenidir. Çevresel etmenlerin, işlevler ve yetiyitiminin bütün bileşenleri üzerinde etkisi vardır ve kişinin yakın çevresinden başlayıp, genel çevresine doğru giden bir sıralama ile düzenlenmiştir.

Kişisel Etmenler de Bağlamsal Etmenlerin bir bileşenidir. Ancak, Kişisel Etmenlerle bağlantılı geniş çaplı sosyal ve kültürel farklılıklar olduğundan ICF’de sınıflandırılmamışlardır.

ICF’de 1.Bölüm’de İşlevler ve Yetiyitiminin bileşenleri iki şeklide açıklanabilir. Bir yandan problemleri belirtmek için kullanılabilirler (örneğin, geniş bir yelpazeyi kapsayan yetiyitimi terimiyle özetlenen işlev bozukluğu, yapı bozukluğu etkinlik sınırlılığı veya katılım kısıtlılığı); öte yandan, yine geniş bir yelpazeyi kapsayan işlev terimiyle, sağlık ve sağlıkla ilgili durumlarda bir sorun olmadığı koşulu (doğal) belirtebilirler.

İşlevler ve yetiyitiminin bileşenleri dört ayrı, ancak birbirleriyle ilintili yapılar aracılığı ile yorumlanırlar. Bu yapıların, ölçütler kullanılarak işe vuruk tanımları yapılabilir. Vücut işlevleri ve yapıları, fizyolojik sistemler veya anatomik yapılardaki değişiklikler yoluyla açıklanır. Etkinlikler ve Katılım bileşeni için iki yapıdan söz edilebilir: kapasite ve performans (bkz Bölüm 4.2).Kişinin işlevselliği ve yetiyitimi, sağlık koşulları (hastalıklar, bozukluklar (disorder), yaralanmalar, travmalar vb) ve bağlamsal etmenler arasındaki dinamik etkileşim10 şeklinde ifade edilir. Yukarıda belirtildiği gibi, Bağlamsal            Sağlık alanları ile ilgili örnekler görme, işitme, yürüme, öğrenme ve hatırlamayı içerir, öte yandan sağlıkla ilgili alanlar bir yerden bir yere gitme, eğitim ve sosyal etkileşim gibi örnekleri içerir.

Etmenler hem kişisel hem de çevresel etmenleri kapsar. ICF, sınıflandırmanın temel yapısı olarak çevresel etmenlerin geniş bir listesini içerir. Çevresel etmenler, işlev ve yetiyitiminin bütün bileşenleri ile etkileşim halindedir. Çevresel Etmenler bileşeninin temel yapısı fiziksel, sosyal ve düşünsel dünyanın özellikleri üzerinde kolaylaştırıcı ya da engelleyici etkidir.

Sınıflandırma Birimi ICF, sağlık ve sağlıkla ilgili durumları sınıflandırır. Bu nedenle sınıflandırma birimi sağlık ve sağlıkla ilgili alanlardaki kategorilerdir. ICF’de kişilerin sınıflandırma birimi olmadıklarını belirtmek gerekir; yani ICF insanları değil, ancak her bir insanın içinde bulunduğu sağlık veya sağlıkla ilgili alanlardaki konumunu tanımlar. Ayrıca, tanımlama, her zaman kişinin içinde bulunduğu çevresel ve kişisel etmenler bağlamında yapılır.” Bu düzenlemelerden anlaşılan; ülkemizde uygulandığı gibi sağlık kurulu raporlarının düzenlenmesinde sadece tıbbi tanı ve değerlendirmenin değil, bunun yanında sosyal ve çevresel değerlendirme ve tanıların da esas alınması gerektiğidir. Yukarıda yaptığımız açıklamaların dikkatle irdelenmesinden, son yönetmeliğin ICF kurallarına ciddi aykırılıklar oluşturduğu görülecektir.

            Diğer yandan ERİŞKİNLER İÇİN ENGELLİLİK DEĞERLENDİRMESİ HAKKINDA YÖNETMELİK”İN 10. maddesinin 3. Fıkrası,

            “Bireyin engel durumu, sağlık kurulunca Ek-2’de yer alan engel alanları kılavuzunda bulunan engel oranlarına göre yüzde (%) olarak belirlenerek raporun ilgili bölümünde belirtilir. Biçiminde bir düzenleme içermekte; aynı maddenin 4. Fıkrasında ise; 

            “Birden fazla hastalığı veya fonksiyon kaybı bulunanların engellilik durumu Ek-2’de yer alan engel alanları kılavuzu esas alınarak Ek-3’tekiBalthazard yöntemi ile hesaplanır. 65 yaş ve üzeri bireylerin engellilik oranına Balthazard formülü ile %10 eklenerek engel oranı belirlenir.” Biçiminde bir kurala yer vermek suretiyle, birden fazla engeli olanlar ile 65 yaşını dolduran engellilerin engel durumlarının Balthazard yöntemi ile hesaplanacağı öngörülmüştür. Aynı yönetmeliğin 10. Maddesinin 5. Fıkrasında ise, yazımızın II. Bölümünde eleştiri konusu yapılan vücut fonksiyon kaybı esas alınmış ise de, İCF kriterlerinin hangi bölümünde vücut fonksiyon kaybına göre engellilik durumunun tespit edileceği açıklanmamıştır.

            Yine yönetmeliğin 11. Maddesinde raporların geçerlilik süresi ile ilgili düzenleme yapıldığı dikkati çekmektedir. Buna göre

            “(1) Rapor sürekli veya süreli olarak düzenlenir, raporda geçerlilik süresi mutlaka belirtilir.

(2) Bireyin engel durumunun ilaç tedavisi, cerrahi tedavi ve/veya rehabilitasyon uygulamaları ile zaman içinde azalma ihtimali olduğu ve hastalık bulgularının tam olarak görülemediği hâllerde süreli rapor düzenlenir.

(3) Bireyin engel durumunun sabit kalması veya artması söz konusu olan hastalıklar için sürekli rapor düzenlenir.

(4) Yeni bir engel durumunun ortaya çıkması veya mevcut engellilik durumunda bir değişiklik meydana gelmesi hâlinde, bireyin talebi ve ilgili branş hekiminin sağlık kuruluna sevki uygun görmesi üzerine süre aranmaksızın engellilik durumu yeniden değerlendirilir ve yeni rapor düzenlenir.

(5) Kurumların ilgili mevzuatları gereğince, gerekçesi belirtilerek yazılı kontrol muayenesi talebinde bulunulması durumunda sağlık kuruluşunca yeniden rapor düzenlenir.

(6) Çocuklar İçin Özel Gereksinim Raporu Hakkında Yönetmelik hükümleri çerçevesinde 18 yaşını doldurmaları sebebiyle raporları geçersiz hâle gelenler,18 yaşını doldurdukları tarihten itibaren üç ay içerisinde yeniden engellilik durumunun tespiti için başvuruda bulunur. Başvuruda bulunanlar için bu Yönetmelik hükümleri çerçevesinde düzenlenecek engelli sağlık kurulu raporları, Terör, Kaza ve Yaralanmaya Bağlı Durum Bildirir Sağlık Kurulu Raporları hariç ilgililerin 18 yaşını doldurdukları tarihten itibaren geçerli sayılır.

(7) Süreli olarak düzenlenen raporlarda, sürenin bitmesine altı aydan kısa bir süre kalması durumunda, engelli bireye talebi üzerine tekrar rapor verilebilir.” Bu düzenlemelerden bazıları açık uçlu düzenlemeler olup, bazı kurumlarca sürekli olmasına rağmen engellilerden yeniden raporlar istenmekte; sonraki alınan raporun öncekine oranla daha düşük veriler içermesi durumunda engellilerin hak kaybı söz konusu olabilmektedir. Bu da kanımızca, “sosyal hukuk devleti”  ilkesine ve “kazanılmış hak” kurumuna ters düşmektedir.

            Yönetmeliğin “Raporlara itiraz” başlıklı 12. Maddesi;

            (1) Raporlara, engelli birey,     vasisi veya raporu talep eden kurum tarafından müdürlüğe itiraz edilir.     Bireysel rapor itirazları, ilgilisine teslim tarihinden itibaren otuz gün içerisinde yapılır. Süresinde yapılmayan itirazlar değerlendirilmez. Kurum itirazları gerekçe belirtilerek yazılı olarak yapılır. Kurum itirazlarında süre aranmaz.

(2) Rapora itiraz edilmesi hâlinde birey, müdürlük tarafından yetkili en yakın farklı bir sağlık kuruluşuna ya da önceki raporu farklı sağlık kuruluşundan alınmış ise sürekli izleminin yapıldığı sağlık kuruluşuna gönderilir. İtiraz edilen rapor ile itiraz üzerine verilen rapordaki kararlar aynı yönde ise rapor kesinleşir. Rapor sonuçlarının farklı olması ve itirazın devam etmesi hâlinde, müdürlük tarafından en yakın hakem hastaneye yönlendirilir. Hakem hastane tarafından verilen karar kesindir.

(3) İlk veya itiraza istinaden alınan ikinci rapor hakem hastaneden alınmış olsa dahi hakem hastane raporu olarak kabul edilmez.

(4) Süreli/sürekli verilen raporlar ile ilgili olarak kontrol muayeneleri dışında herhangi bir sebeple kurum tarafından yeni bir rapor istenmesi durumunda, ilgili kurumun gerekçeli yazısına istinaden müdürlük tarafından, birinci ve ikinci fıkralara göre işlem yürütülür.

(5) Hakem hastane kararı ile süresinde itiraz edilmeyerek kesinleşen rapor hakkında aynı gereksinim alanı ile ilgili yeni rapor başvurusu en erken altı ay sonra kabul edilir.

(6) Terör, kaza ve yaralanma nedeniyle verilen, ilaç tedavisi, cerrahi tedavi ve/veya rehabilitasyon ile engel oranının değişmeyeceği hakem hastane kararı ile kesinleşen sürekli ibareli raporlar için yeni rapor başvurusu kabul edilmez. Bu kural gereğince itiraz halinde ikinci hastane tarafından düzenlenen rapor ile ilk hastane tarafından düzenlenen raporların aynı olması; ya da bir ve ikinci hastanelerce düzenlenen raporların çelişkili olması halinde hakem hastanece düzenlenen raporun 1 ya da 2. Hastane tarafından düzenlenen rapor gibi olması durumunda artık rapor kesinleşmekte; 6 ay süre ile yeni rapor için sağlık kurumuna başvuru söz konu olamamaktadır. Raporların kesinleşmesinden sonra iptal dava açma süresi içerisinde kesinleşen raporun iptali için dava açılacağında herhangi bir duraksama bulunmamaktadır.

            Yine yönetmeliğin “Vergi indirimine esas raporlar” başlıklı 13. Maddesine göre de;

“(1) 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu hükümlerine göre, engellilik indirimine esas olmak üzere düzenlenen raporlarda, raporu düzenleyen sağlık kurum ve kuruluşu tarafından işverenin bulunduğu yerdeki İl Vergi Dairesi Başkanlığına, Vergi Dairesi olmayan illerde ise İl Defterdarlığına gönderilen rapor esas alınır.”

            Yönetmeliğin yollamada bulunduğu 193 sayılı “GELİR VERGİSİ KANUNU”nun 31. Maddesinde,

            Çalışma gücünün asgarî % 80'ini kaybetmiş bulunan hizmet erbabının birinci derece engelli, asgarî % 60'ını kaybetmiş bulunan hizmet erbabının ikinci derece engelli, asgarî % 40'ını kaybetmiş bulunan hizmet erbabının ise üçüncü derece engelli sayılacağı düzenlemesine yer verilmiştir.

            Bu düzenlemenin bilimsellikle uzaktan yakından hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Zira bir engellinin çalışma gücünü ne oranda kaybettiğini kim nasıl tespit edecektir? Tıbbi bir değerlendirme ile bir engellinin çalışma gücünü ne oranda kaybettiği tespit edilebilecek midir? Sözgelişi, iki elleri olmayan bir engelliden bilgisayar kullanması istense, bu engellinin çalışma gücünü hangi oranda kaybetmiş olduğu nasıl tespit edilecektir? İşte burada ICF ölçütlerinin kabul ettiği sosyal ve çevresel değerlendirme işin içine girecektir. Öncelikle, sözünü ettiğimiz rapor yönetmeliği 193 sayılı Kanun’un 31. Maddesine aykırılık teşkil edeceği gibi, yukarıda sözü edilen ICF kurallarına da aykırı düşecektir.

Bundan başka 2019 yılında yürürlüğe giren “ÇOCUKLAR İÇİN ÖZEL GEREKSİNİM DEĞERLENDİRMESİ HAKKINDA YÖNETMELİK”te de bazı özel düzenlemeler bulunmaktadır.

            Keza yönetmeliğin “TANIMLAR” başlıklı 4. Maddesinde verilen bazı tanımlar şöyledir:

Bireysel etmenler: Bireyin cinsiyeti, yaşı, mizacı, yaşam tarzı, yetiştiriliş şekli, alışkanlıkları, baş etme yetileri gibi özellikleri yanında amaçları, merakları, istekleri gibi öğeleri, Çevresel etmenler: Bireyin yaşamını sürdürdüğü ortam, yapılı çevre gibi fiziksel öğeler ile yaklaşım, tutum, farkındalık, önyargılar, ailesel ve toplumsal öğeler gibi tüm insani öğeleri içeren etmenleri, Çocuk: 18 yaşını doldurmamış bireyi, Gelişimsel sorunlar: İletişim, sosyal-duygusal, bilişsel, duyu işlevleri, ince-kaba hareketler ve öz bakım gibi gelişim alanlarının bir ya da birden fazlasında gecikme, bozukluk, hastalık sonucu ile işlev kaybı, yeti yitimi, yaşama katılım kısıtlılığı oluşturan durumları, Hastalıkların Uluslararası Sınıflandırılması (ICD) Kodu: Hastalıkların sınıflandırması ve hastalık isimlerinin kesin kriterlere göre bir araya getirilmesinden oluşan uluslararası kategorik kodlama sistemini, İşlev kaybı: Bedensel, bilişsel, psikolojik işlevlerin herhangi bir düzeyde kaybını, Özel gereksinim: Çocuğun toplumsal yaşama eşit katılabilmesi için bedensel ya da gelişimsel işlev kısıtlılığı olmayan bireylerden farklı sağlık, eğitim, rehabilitasyon, cihaz, ortez, protez, çevresel düzenlemeler ve diğer sosyal ve ekonomik haklara ve hizmetlere gereksiniminin olmasını, Toplumsal yaşama katılım kısıtlılığı: Bireyin toplumsal yaşamda nitelikli ve tam olarak yer alamaması, yaşama kabul ve dahil edilmesinde güçlükler yaşaması, mevcut olan işlev kaybının çevresel etmenlerden etkilenmesi sonucunda, çocuğun etkinlik ve yaşama katılımının yaşıtlarından daha az nitelik ya da nicelikte olmasını, ifade ettiği belirtilmiş olup, bu tanımlar, sağlık kurulu raporlarında ilk defa yer alan tanımlar olarak dikkatimizi çekmiştir.

            Bu yönetmeliğin 5. Maddesinde de İCF ölçütlerinin esas alındığı belirtilmiştir.

            Aynı yönetmeliğin 10. Maddesinde de, Çocukların elde edeceği sosyal haklar, hizmetler veya kazanımların raporlar dikkate alınarak ilgili kurumlarca ayrıca belirleneceği Raporların tek başına hakların verilmesi için dayanak teşkil etmeyeceği; İlgili mevzuata göre diğer şartların da ayrıca sağlanmasının zorunlu olduğu belirtilmiştir.

            Yönetmeliğin “Raporların geçerlilik süresi” başlıklı 11. Maddesi:

            “1) Rapor sürekli veya süreli olarak düzenlenir, raporda geçerlilik süresi mutlaka belirtilir.

(2) Çocuğun gereksinim durumunun ilaç tedavisi, cerrahi tedavi ve/veya rehabilitasyon uygulamaları ile zaman içinde azalma ihtimali olduğu ve hastalık bulgularının tam olarak görülemediği hâllerde süreli rapor düzenlenir.

(3) Çocuğun gereksinim durumunun sabit kalması veya artması söz konusu olan hastalıklar için sürekli rapor düzenlenir.

(4) Çocuğun özel gereksiniminin değişmesi hâlinde bakım veren kişinin talebi ve ilgili branş hekiminin kurula sevki uygun görmesi üzerine süre aranmaksızın çocuğun özel gereksinimi yeniden değerlendirilir ve yeni rapor düzenlenir.

(5) Kurumların ilgili mevzuatı gereğince, gerekçesi belirtilerek yazılı kontrol muayenesi talebinde bulunulması durumunda sağlık kuruluşunca yeniden rapor düzenlenir.

(6) Bu Yönetmelik hükümleri çerçevesinde sürekli raporu bulunanlar ile süreli raporu bulunup rapor süresi devam edenlerin raporları Terör, Kaza ve Yaralanmaya Bağlı Durum Bildirir Sağlık Kurulu Raporları hariç ilgililerin 18 yaşını doldurdukları tarih itibarıyla geçersiz hâle gelir. Bu Yönetmelik hükümleri çerçevesinde alınan raporlarda 18 yaşını doldurmasına üç aydan kısa bir süre kalması durumunda, talep üzerine Erişkinler İçin Engellilik Değerlendirmesi Hakkında Yönetmelik hükümleri çerçevesinde tekrar rapor verilebilir. Başvuruda bulunanlar için mezkûr Yönetmelik hükümleri çerçevesinde düzenlenecek engelli sağlık kurulu raporları, ilgililerin 18 yaşını doldurdukları tarihten itibaren geçerli sayılır.

(7) Süreli olarak düzenlenen raporlarda, sürenin bitmesine altı aydan kısa bir süre kalması durumunda, çocuğa bakım veren kişinin talebi üzerine tekrar rapor verilebilir.” Biçiminde bir düzenleme içermekte olup, söz konusu yönetmelikte yer alan bu düzenleme,  erişkinler için engelli sağlık kurulu raporu yönetmeliği ile büyük ölçüde paralellik göstermektedir. Bu yönetmelikteki düzenlemenin önemli ve ayırt edici özelliğinin düzenlenen raporun çocuğun 18. Yaşını tamamlaması ile birlikte süresinin sona ermesi ve engelli çocuğun”        ERİŞKİNLER İÇİN ENGELLİLİK DEĞERLENDİRMESİ HAKKINDA YÖNETMELİK” hükümlerine göre yeniden rapor düzenlenmesi gerekliliğidir.

            Engelli çocuklar hakkında hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenen raporlara karşı yapılacak itiraz usullerine ilişkin itirazlar hakkında  “ERİŞKİNLER İÇİN ENGELLİLİK DEĞERLENDİRMESİ HAKKINDA YÖNETMELİK” ile ilgili yapılan açıklamalar, bu yönetmelik için de, geçerliliğini korumaktadır. 

Önemle belirtelim ki, “ERİŞKİNLER İÇİN ENGELLİLİK DEĞERLENDİRMESİ HAKKINDA YÖNETMELİK”te yapılan tam bağımlı ve kısmi bağımlı engellilik tanımlarının karşılığı engelliler ile ilgili bir çok düzenlemede yer almaması, engellilerin ekonomik ve sosyal haklarının bir kısmının kaybına neden olacağından bir an önce engellilere ilişkin mevzuat hükümlerinin halen yürürlükte bulunan yönetmelikler ile uyumlu hale getirilmesi gerekmekte olup, Bunun nasıl olması gerektiği konusunda kuşkusuz büyük bir hukuksal belirsizliğin de olduğu bir gerçektir. Bu haliyle son yönetmeliğin özellikle “BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ENGELLİ KİŞİLERİN HAKLARINA DARİ SÖZLEŞME”NİN” Engelliliğe dayalı olarak sağlık bakımı veya hizmetlerinin sunulmamasını veya yiyecek ve içecek verilmemesini önlemek üzere gerekli tedbirleri alır.” Biçiminde yer alan 25/1-e) Maddesindeki düzenlemeye, Anayasa’mızın 2. maddesinde devletin nitelikleri arasında saydığı  “SOSYAL Hukuk Devleti” ilkesine ve 193 sayılı “GELİR VERGİSİ KANUNU”nun 31 ve 89. Maddelerine aykırılık oluşturmaktadır.

 

IV. SONUÇ

 

            Engelliler ile ilgili düzenlenen sağlık raporlarının düzenleniş biçimine dair gerek mevzuatımızda yeknesaklık bulunmaması; gerekse de, rapor yönetmeliklerinde yer alan engelli tanımları ve buna ilişkin başka kısıtlayıcı hükümler yüzünden engellilerin ekonomik, toplumsal ve bunun gibi hizmetlere ulaşılamaması; Anayasamızda yer alan “Sosyal Devlet anlayışının bertaraf edilmesine yol açacaktır. Ayrıca, Dünya’da teknolojik gelişmelerin baş döndürücü bir hızla geliştiği çağımızda Türkiye Cumhuriyeti Devletinin üzerine düşen, kendi saygınlığını en üst düzeye çıkarmak için ilim ve fen kurallarına uygun bir sağlık raporu sistemi geliştirmek olmalıdır.

 

Av. Osman Sezer

 

 

 

 

KAYNAKÇA

 

1)Camkurt, Mehmet, Zülfi; "Yaşlılık ve Yaşlıların Sosyal Güvenliği Kapsamında 65 Yaş Aylığı Bağlanması İşlemleri", Kamu-İş 2014

2)Tuncay, Can/Ekmekçi, Ömer; Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri,

3)Olgaç, Cüneyt; "65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk vatandaşları İle Özürlü ve Muhtaç Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanmasında Usul ve Esaslar", Sosyal Güvenlik Dünyası

4)Alper, Yusuf; Sosyal Sigortalar Hukuku, 7. Bası, Ağustos 2015, Dora Yayınları, Bursa 2015, s. 22.Metin, Onur; "Sosyal Politika Açısından AKP Dönemi: Sosyal Yardım Alanında Yaşananlar", Çalışma ve Toplum

5)Özdamar, Murat/Çakar, Erden; "Muhtaç Yaşlılar ile Engellilere Aylık Bağlanması Ve Bunların Bakımını Üstlenenlere Evde Bakım Ücreti Ödenmesinin Şartları", İş ve Hayat Dergisi, SAYI:2

6)YUVALI, Doç. Dr. Ertuğrul; TAAD, Yıl: 10, Sayı: 37 (Ocak 2019), 2022 SAYILI 65 YAŞINI DOLDURMUŞ MUHTAÇ, GÜÇSÜZ VE KİMSESİZ TÜRK VATANDAŞLARINA AYLIK BAĞLANMASI HAKKINDAKİ KANUNUNDEĞERLENDİRMESİ,

7)Anayasa Mahkemesi'nin 29.05.2014 tarih 29014 nolu Resmi Gazete 'de yayımlanan 03.04.2013 T. 2013/52 E. 2013/52 K. Sayılı kararı

8) Sözer, Ali Nazım; Türkiye'de Sosyal Hukuk, Ankara, 1994. s. 66.;Uşan, Fatih; Türk Sosyal Güvenlik Hukukunun Temel Esasları, Seçkin Yayınları, Ankara 2009, s.67.; Özdemir, Cumhur Sinan; "65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz Ve Kimsesiz Türk Vatandaşları İle Özürlü ve Muhtaç Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması", Sosyal Güvenlik Dünyası, Yıl:9, Sayı:41, Ocak-Şubat 2007

9)Göktaş, Murat/Çakar, Erden/Özdamar, Murat; Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Emeklilik ve Primsiz Rejim, Yaklaşım Yayıncılık, Ankara 2011

10)Güzel, Ali/Okur, Ali Rıza/Caniklioğlu, Nurşen; Sosyal Güvenlik Hukuku, Beta yayınları, 16. Bası, İstanbul 2016, s. 821.;Korkusuz, Refik/Uğur, Suat; Sosyal Güvenlik hukuku, ekin Yayınları, Bursa 2015

12)Anayasa Mahkemesinin 26.6.1985 günlü. 18793 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan 18.2.1985 günlü, E:1984/9, K:1985/4 sayılı kararı

13)Birleşmiş Milletler Engelli Kişilerin Hakları Sözleşmesi

14) 1982 tarih ve 20709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası

15)2022 sayılı 65 YAŞINI DOLDURMUŞ MUHTAÇ, GÜÇSÜZ VE KİMSESİZ TÜRK VATANDAŞLARINA AYLIK BAĞLANMASI HAKKINDA KANUN

16)5378sayılı ENGELLİLER HAKKINDA KANUN

17)5510 Sayılı SOSYAL SİGORTALAR VE GENEL SAĞLIK SİGORTASI KANUNU

18)5502 sayılı SOSYAL GÜVENLİK KURUMU KANUNU

    1. sayılı MÜLGA SOSYAL SİGORTALAR KANUNU

20)5434sayılı  TÜRKİYE CUMHURİYETİ EMEKLİ SANDIĞI KANUNU

21)1479 sayılı MÜLGA ESNAF VE SANATKARLAR VE DİĞER BAĞIMSIZ ÇALIŞANLAR SOSYAL SİGORTALAR KURUMU KANUNU

22)2828sayılı SOSYAL HİZMETLER KANUNU

23)65 YAŞINI DOLDURMUŞ MUHTAÇ, GÜÇSÜZ VE KİMSESİZ TÜRK VATANDAŞLARI İLE ENGELLİ VE MUHTAÇ TÜRK VATANDAŞLARINA AYLIK BAĞLANMASI HAKKINDA YÖNETMELİK

24)2022 SAYILI KANUN KAPSAMINDA AYLIK ALAN ÖZÜRLÜLERE SAĞLIK KURULU RAPORU VERMEYE YETKİLİ HASTANELERİN BELİRLENMESİ İLE SAĞLIK RAPORLARININ ALINMASINA İLİŞKİN USUL VE ESASLAR HAKKINDA YÖNETMELİK

25)193 SAYILI GELİR VERGİSİ KANUNU

26)ERİŞKİNLER İÇİN ENGELLİLİK DEĞERLENDİRMESİ HAKKINDA YÖNETMELİK  

27)ÇOCUKLAR İÇİN ÖZEL GEREKSİNİM DEĞERLENDİRMESİ HAKKINDA YÖNETMELİK

28)dünya sağlık örgütünce yayınlanan İCF. KURALLARI

29)18.03.1998 tarihli “ÖZÜRLÜLERE VERİLECEK SAĞLIK KURULU RAPORLARI HAKKINDA YÖNETMELİK

30)16.07.2006 tarihliÖzürlülük Ölçütü, Sınıflandırması Ve Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmelik

31)06.12.2010 tarihli ÖZÜRLÜLÜK ÖLÇÜTÜ, SINIFLANDIRMASI VE ÖZÜRLÜLERE VERİLECEK SAĞLIK KURULU RAPORLARI HAKKINDA YÖNETMELİK

32)14.01.2012 tarihli “ÖZÜRLÜLÜK ÖLÇÜTÜ, SINIFLANDIRMASI VE ÖZÜRLÜLERE VERİLECEK SAĞLIK KURULU RAPORLARI HAKKINDA YÖNETMELİK

33)30.03.2013 tarihli ÖZÜRLÜLÜK ÖLÇÜTÜ, SINIFLANDIRMASI VE ÖZÜRLÜLERE VERİLECEK SAĞLIK KURULU RAPORLARI HAKKINDA YÖNETMELİK

34)Danıştay 10. İdari dava Dairesinin Görme Özürlü Evrensel Hukukçular Derneği tarafından Rapor Yönetmeliğinin iptali ile ilgili vermiş olduğu 2011/1772 E. sayılı Yürütmenin Durdurulması kararı

35)Gözü Büyük – Tan “İdare Hukuku “Genel Esaslar Güncelleştirilmiş 10. Baskı ANKARA 2014

 

[1] GÖZÜBÜYÜK – TAN “İDARE HUKUKU 1. CİLT GENEL ESASLAR GÜNCELLEŞTİRİLMİŞ 10. BASKI ANKARA/2014” SAHİFE 112 - 131  “TURHAN KİTAPEVİ