Körler Yararına Görenler Hakkında Mektup (Kamer BEYAZTAŞ)

Ct, 12/24/2022 - 14:38 tarihinde GörevHukukYönetici tarafından gönderildi

KÖRLER YARARINA GÖRENLER HAKKINDA MEKTUP

 

Avukat Kamer BEYAZTAŞ

 

Aydınlanma sürecinde yerini alan ve ansiklopedistlerin başını çeken Fransız devriminin gerçekleşmesinde önemli etkisi olan düşünür Denis Diderot (1713-1784) 1749 yıllında görenler yararına körler hakkında mektup başlıklı bir kitap yazdı. Kitap başka başlıklar altında da Türkçeye çevrildi. Yazımın başlığını oluştururken kitabın başlığındaki sözcüklerin yerini değiştirdim. Kitapta yer bulan görme olgusuyla ilgili somut nitelikteki görüşlerin bir kısmının tartışmaya değer olduğunu düşünüyorum. Yazıda kitap tanıtımı yapılması amaçlanmamış, kitaptaki görüşlere doğrudan bir yanıt verme yoluna gidilmemiş, kitap içeriğine tamamen bağlı kalınmamıştır. Böylesi bir tercih yapılmasında kitabın metaforik yanı da göz önünde bulundurulmuş, yazı içeriğindeki bağlam ölçüsünde kitaptaki bazı yaklaşımlara ise kısaca değinilmiştir.

 

Diderot’un aydınlanma çağı düşünürü olması nedeniyle kitap içeriğine geçmeden önce bu konuya bir nebze değinmek isterim. Bu gün olumlu veya olumsuz olarak yaşadığımız bir çok durum için aydınlanmanın etkisinden söz edebiliriz. Her ne kadar aydınlanma denilince belli bir dönem kastedilmekteyse de tarihsel açıdan birden fazla aydınlanma dönemi olduğu düşünülebilir. Çünkü; düşünsel anlamda yaşanmakta olan dönem öncesinden önemli derece bir kopuş olması halinde bunu da aydınlanma olarak niteleyebiliriz. Genel kabul gören geniş ölçekteki aydınlanma 17. 18. Yüzyıl dolaylarındaki (erken aydınlanma, geç aydınlanma dahil) zamanı kapsar. Aydınlanma sadece zamansal olarak tek parça olmayıp İngiliz, Fransız ve Alman aydınlanması olarak da ayrı ayrı anılır. Her ülkedeki aydınlanmanın hareket noktaları ise farklılıklar oluşturur. İngilizler için ekonomi, Fransızlar için siyaset Almamlar içi salt felsefe ağırlık taşımaktadır. Bu süreçteki gelişmeler sonucu aydınlanmaya bağlı olarak gündelik yaşamımız, devlet yapılanmaları ve bilimden hukuk sistemlerine kadar neredeyse yaşamın tüm alanları biçimlenmiştir. aydınlanmanın Bu nedenlerledir ki diğer aydınlanma dönemlerinden pek söz edilmez. Anayasalı ulusal devletlerin yerleşiklik kazanmasında da başta Fransız devrimi olmak üzere aydınlanma düşüncesinin rolü bulunmaktadır.

 

Aydınlanma tüm bu etkiler altında meydana gelen yaşam pratikleri verili sistemin aksayan, geçersiz kalan veya yanlış olduğu anlaşılan bir çok boyutunu sorgular hale getirmiştir. Böylelikle nasıl ki aydınlanma düşünürleri kendilerinden önce olup bitenleri eleştiri altına almışsa bu günün düşünürleri de çok uzak olmayan şimdiki geçmişimizi eleştiriye tabi tutmaktadır. Gelecekte de günümüzden olası kökten kopuşlar yeni veya başka adlar altında aydınlanma olarak nitelenebilecektir. Çünkü günümüz dünyası da aşılması gereken bir çok sorunla karşı karşıya bulunmaktadır. Egemen anlayıştan düşünsel bir kopuş olmadığı sürece günümüzdeki sorunlar içinden çıkılmaz hale gelebilir.

 

Bu girişten sonra kitaba dönüş yapmak gerekirse. Diderot gerek diğer yazıları gerekse de bu kitap nedeniyle tutuklandı. Zira o bilginin duyular aracılığıyla edinilebileceğini bilginin doğuştan veya tanrıdan gelmediğini söylüyordu.

 

Kitap gözleme dayalı, bilgilendirici bir mektup tarzında kurgulanmış olsa da 1750’li yıllarda  körleri konu edinen yazılan ender çalışmalardandır. Kitap yazıldığı yıllarda bir aydının gözünden körlerin nasıl algılandığının yansıtıldığı boyutuyla önem taşımaktadır. Aradan geçen yaklaşık üç  yüzyıl sonra özelde körlere genelde engellilere bakışın ne ölçüde değiştiğini kıyaslamak bakımından bir değere sahiptir. Yazarın kurguladığı olay örgüsü içinde çeşitli anlatımlar bulunmaktadır. Her ne kadar metinde, doğuştan bir kör insanı merkezine alan ve kısmen sağırlara da değinen bir kurgu varsa da körlük bir metafor olarak kullanılmıştır. Bu anlamda kitap körlerin içinde bulunduğu durumu anlatmak için değil esas itibariyle bilgi edinmede dokunma ile görme duyularının karşılaştırmasını yapmaktadır. Yazarın körlüğü farklı biçimde kullanarak kitapta felsefi bir sorun üzerinde durduğunu söyleyebiliriz. Yaşadığı döneme doğuştan gelen ve tanrı kaynaklı bilgi anlayışı egemen olduğundan yazar, somut durumlar çerçevesinde duyular aracılığıyla bilgi edinilebileceği görüşünü ispatlamaya yönelmiştir. Ama kurgu daha çok gündelik olaya ve açıklamalar üzerinden şekillenir. Ben sadece bazı anlatımları çekip alarak yorumlamayı veya kendi yorumlarımı yazmayı benimsedim.

 

Diderot kitabının ilk bölümlerinde bir körü sorgulamaya gittiğini ifade eder. O, sorgulama ile bazı sorular sorarak görmezliğin durumu anlamak istediğini kasteder. Bu körle ilgili olarak bilgi verir. Körün yaşantısında ir kişiyle yapmış olduğu kavga sonunda o kişiyi alnından yaralaması üzerine polisin körü zindana atacağı uyarısı karşısında körün verdiği yanıt önem taşır. Kör adam kendisinin zaten zindan da yaşadığını söyler. Bu sözleri biraz deşelim. Körler hep zindan içinde midir. Zindan karanlıktır. Kör de karanlık içindedir. Zindan bilgi edinmeye elverişli bir yer değildir. Zindan aynı zamanda soğuk ve korkutucudur. O halde körlük karanlık içinde olmak olduğuna göre korkutucu bir durumdur.

 

Yine hırsızlık olgusuyla ilgili yapılan bir diyaloga yer verir. Sorguladığı körün kendisine yönelik bir hırsızlık yapılması halinde bunu ayrımsamayacağını, aciz kalacağını, kendisini güvende hissetmeyeceğini vurgular. Eğer hırsızlık yaparsa hemen görüleceğini ve yakalanacağı korkusu taşıyacağını ifade eder. İster bir kör olsun ister bir gören olsun benzer durumlarda kendine özgü farklılıklar olsa da kaygıların ortak bir yönü vardır. Yine de bir körün duygu ve kaygıların içeriği benzer durumdaki bir görenle genel düzlemde farklılık oluşturur.

 

Bir kör için ayna veya teleskopun ne anlama gelebileceği tartışması üzerinde duralım. Gerçekten aynada kendini görmemenin kişinin kendisine dönük algısını olumlu mu olumsuz mu etkileyeceğini irdelemek gerekir. Aynaya bakan kişi muhtemelen toplumun gözüyle kendini görmektedir. Örneğin güzel veya yakışıklı olup olmadığına ilişkin kendi algısı toplumun algısıyla paralel olacaktır. Yaşlanmak gibi fiziksel durumunu gören bir kişi bundan nasıl etkilenmektedir. Görmeyen ise fiziksel görünümünü görmediği için gerek kendini gerekse de başkalarını nasıl algılamaktadır. Tüm bunların olumlu veya olumsuz psikolojik sonuçlarının olması kaçınılmazdır elbette. Fiziksel görünüşünün daha somut olarak algılamayan bir körün görene göre daha rahat olabileceği varsayılabilir. O zaman kendinizi nasıl hissederseniz öyle bir algı içinde olursunuz. Bir ölüyü görmediğinize göre ölümün dehşetinin daha az mı hissedecektir gibi bir çok olasılık sıralanabilir.

 

Hiçbir kör aynadan kendine bakamaz her gören de teleskopla uzaya bakmıyordur. Bu durumda teleskopla uzaya bakmayanlar doğuştan bir körle eşitlenmiş olmuyor mu? Ya da bir kör teleskopla uzaya bakmayanla eşitlenmiş olmuyor mu? Fizik veya kimya alanında yapılan deneyler sonrası elde edilen bilgiler deneyi yapan kişilerin dışındaki görenlerin görerek elde ettiği bilgiler değildir. Hatta öyle deney veya gözlemler vardır ki elde edilen sonuçlar araştırmacının görsel bilgisine değil sadece varsayımlara dayanmaktadır. Genel anlamda duyuların sınırlılıkları göz önünde bulundurduğunda elde edilen bilgilerin zayıflığı daha apaçık ortaya çıkar. Yazarın yaşadığı çağ bakımından bu tez daha güçlü olabilir. O halde görenler bu bilgileri nasıl algılamaktadır. Ya da bu açıdan görenlerin de bilgi edinmede kör olduğunu iddia etmek hiç de saçma olmayacaktır. İçinde bulunduğumuz ortam dahil her şey her an değişmekte olduğu halde görenlerin bunu fark edemeyişleri bir körlük durumu olarak nitelenebilir.

 

Diderot görenler için değişik yüzleri görmede çeşitlilik olduğunu ifade ederken körlerde ise ses çeşitliliğinden söz eder. Bu durumda sesler elde edilen bilgiler gözetildiğinde körlerin daha fazla ve doğru bilgilere sahip olduğu düşünülebilir. Seslerin de görsel işaretler benzeri işaretler olduğu bir anlamda seslerin de okunabileceği düşünüldüğünde  hiç de azımsanmayacak bilgiler edinilebileceği göz ardı edilmektedir. O halde bu bilgilerin yeterince önemsenmesi gerektiği açıktır.

 

Kendi deyimiyle sorgulamaya gittiği körün kabartma harfleriyle okuma yazma yapması Diderot’a bir ölçüde şaşırtıcı gelir se de onun için bunun önemi körlerin yazı yazması veya okuması değil, dokunma sonucu elde edilen bilgiyi görmeye dayalı bilgiyle karşılaştırılmasıdır. Tarihsel açıdan  körlerin kabartma yazı ile okuyor yazıyor olması henüz yaygın değilken ve Braille alfabesi oluşmamışken bu durumun kitapta yer alması tarihe kayıt düşülmesi bakımından önemlidir.

 

Diderot dokunma duyusuyla elde edilen bilginin yeterli olmadığı gibi yanıltıcı olduğunu ileri sürmektedir. Hemen ifade edelim ki Diderot görme yanılsamalarını ise hiç hesaba katmaz. Görüldüğü sanılan bir çok şeyin görülmediği bilinmektedir. Çölde serap görülmesi buna verilecek en iyi örneklerden olmalı. Bu durumda yazarın görmeyenleri toplumsal durumundan çok görme edimi ile görmeme durumunu karşı karşıya koyduğu somutlaşır. Tahmin edileceği gibi görme duyusu aracılığıyla elde edilen bilgiye üstünlük tanımaktadır. Yine yapmış olduğu sorgulama ile görme yetisiyle daha çok bilgi edinilebileceği ön kabulünün güçlendiğini düşünüyor olmalıdır.

 

Konu buraya gelmişken yargıçlık avukatlık ayrımı yapmaksızın kör hukukçuların yargılama süreçlerindeki durumunu birkaç açıdan ortaya koyalım. Hukukçuların davaları yürütürken veya kararlar verirken görmeye ne kadar gereksinmesi olduğunun farklı boyutlarıyla ortaya konması gerekir. Görsel malzemenin kararlar verilirken ne kadar önemli olabileceği ayrıştırmayı gerektirir. Günümüzde geliştirilmiş araçlar bu gereksinmeyi ne derece karşılar? Ya da bu mesleklerdeki her türlü etkinlik görselliği gerektirmez denilebilir.

 

Körün merhametli olabileceği konusunda kuşkuları vardır. Merhametti karşınızdakini görmeyle ilişkilendirir. Onu görmezseniz karşınızdakinin içinde bulunduğu durumunun anlaşılamayacağını ileri sürer. Bu durumda körün bir kişiye merhamet gösterilip gösterilemeyeceği konusunda yanılgı içinde olacağını düşünür. Körlerin sesleri algılamada daha yetkin olduğunu söyleyen yazar seslerin tonlamasıyla ve sözleriyle karşısındaki kişiyi anlayabilme seçeneğini dikkate almaz. Bu hususu körlerin erdemli olup olamayacağı noktasına taşımaktadır. Eğer merhametli olmak erdemli olmayla ilişkili veya özdeş ise yazarın bakış açısından kendi içinde bir tutarlılık oluşturduğu söylenebilir. Ne var ki erdem çok tartışmalı bir kavram. Felsefe tarihinde erdemin ne olduğuna dair uzlaşmaya varılmamış, bununla ilgili bir çok tartışma bulunmaktadır. Hal böyle olmakla beraber her iki kavram da olumlu karakter taşımaktadır.

 

Burada vicdan ile merhamet ve erdem arasında bir bağıntı da kurulabilir. Yargıçların karar verirken vicdani değerlere uygun olarak hareket etmeleri gerektiği beklenir. Bu durumda vicdan ile merhamet ve erdem arasındaki iç içe geçiş üzerinde önemle durulmalıdır. Başka bir deyişle yargıçların sadece vicdani sorumluluğu söz konusu olmayıp erdemli ve merhametli davranmaları gerektiği açıktır. Elbette ki beklentiler yalnızca yargıçlar için değil tüm hukukçular için geçerlidir.

 

Doğuştan körü şekilleri algılamakta güçlük çekeceğini dolayısıyla geometri konusunda eksik kalacağını anlatmaktadır. Bu anlamda hayal kurma konusunda yetkin olamayacağını vurgular. Hayal kurmanın nesnesini bilmediğiniz zaman hayalin de oluşması olanaklı olmaz.

 

Doğuştan körün soyutlamada daha başarılı olabileceğini düşünmektedir. Soyutlama görmeye dayalı bir edim değildir. Bu durumda zaten görmeyen bir kişinin soyutlama yeteneğinin daha gelişkin olduğunu düşünür.

 

Üniversitede çalışan bir körün bilgisine hayranlık duyar. Bunu daha çok mucize kabilinden değerlendirir. Bu körün kullandığı bir aletten söz eder. Bu aletle şaşma şekilde matematik işlemleri yaptığını vurgular. Bu kişinin başarılı geometrik çizimler yaptığına da işaret eder. Buradan günümüzdeki teknolojiye bir sıçrama yaparsak görmeyenlerin kullandıkları aletler işleri bir hayli rahatlatmış görünüyor. Peki gelişmiş bir çok alet kullanan bir kör ile bilgi edinme amaçlı hiç alet kullanmayan görenlerin sahip olduğu bilgilerin karşılaştırmasını yaptığımıza ne görüyoruz. Bilgisayar dahil gelişmiş araçlar kullanan körün belki de milyonlarca gören kişiden daha çok bilgiye sahip olacağı kaçınılmazdır.

 

Sonradan bir hastalık sonucu görmez hale gelen bir kişiyi anlatırken bu kişinin doğuştan bir köre göre yaşama uyumunun daha zor olduğuna dair olasılıkla genel olan bir kanıyı tekrarlar. Ayrıca önceleri görmeyen sonra yapılan bir ameliyatla görenin durumu üzerinden kimi çözümlemeler yapmaktadır. Başlangıçta görmeyen kişilerin görme yetisine kavuştuğunda bir alışma dönemi geçireceklerini ifade eder.

 

Yıllar sonra ise kendisinin deyişiyle yaşlılığında kitapta düzeltmeler yapmak yerine sonuna bazı eklemeler yapmıştır. Ancak kitabının esas halini koruduğunu da ifade eder. Eklerde ise bazı yanılgılarını olduğunu belirtir. Kitabının özellikle ilk iki bölümünü beğendiğini de söyler. Benim de ağırlıkla üzerinde durduğum konular bu bölümlerde yer alır.

 

Bu kitabın yazılmasında yazarın amacı bilgi edinmede döneme ait yaklaşımlara bir metafor üzerinden cevap vermek ise de somut olay kurgusunun doğuştan bir kör ve kısmen sağır kişi üzerinden yürütülmesi günümüzde körlere karşı olan yaklaşımlarla karşılaştırılması halinde benzerliklerin çok olduğu dikkat çekicidir.

 

Av. Kamer Beyaztaş